Onsekiz yıllık Eşim
Kapı ağır ağır açıldı. Sanki zaman yavaşlamış, bütün dünya nefesini tutmuştu. Gözlerim gördüğüne inanamıyordu… Kapıda duran kişi, ablamdı.
O an beynimden aşağıya buz gibi bir şey indi, dizlerimin bağı çözüldü. Takside oturuyordum ama sanki biri nefes boruma taş koymuştu, nefes alamadım. Ellerim titremeye başladı, kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki sanki kaburgalarımı kıracak sanıyordum. Ablam gülümsüyordu ona… Öyle sıcak, öyle samimi bir gülümseme ki, bir an bana yabancı geldi.
Eşim kapıya yaklaşınca ablam hiç tereddüt etmeden ona sarıldı… O sarılma, kardeş sevgisi değil, başka bir şeydi. Sanki yıllardır gizli gizli özlemiş gibi, sanki dünyada tek güvendiği insan oymuş gibi… Eşim de sarıldı ona, saçlarını kokladı, yanağından öptü.
Gözlerim doldu ama ağlayamadım. Çünkü o an beynim “Bu gerçek olamaz” diye bağırıyordu. “Yanlış görüyorsun, bu bir yanlış anlaşılma, başka bir açıklaması vardır” diye kendimi kandırmaya çalıştım. Ama sonra eşim, ablamın elini tuttu… Ve birlikte içeri girdiler.
Taksici aynadan bana bakıyordu. Gözlerimdeki kanı, yüzümdeki solgunluğu, dudaklarımın titremesini görüyordu. “Abla, bir şey oldu galiba…” dedi. Sadece “Devam et” dedim, ama aslında devam edecek bir yol kalmamıştı. O kapının arkasında benim 18 yıllık evliliğim, ailem, güvenim, hatta çocuklarımın geleceği vardı… Ve o kapının önünde, bana en çok güven veren iki insan, bana en büyük ihaneti yapıyordu.
O gece eve gitmedim. Denizin kenarında sabaha kadar oturdum. Dalgaların sesi bile yetmedi içimdeki gürültüyü bastırmaya. Aklımda sürekli aynı görüntü: ablamın kapıda ona gülümseyişi… Sonra kendi sesim kulağımda yankılandı: “Seni istemeyeni sen de isteme…” Evet, belki de en doğrusu buydu ama beni istemeyen sadece eşim değildi. O gece anladım ki, artık kimse beni gerçekten istemiyordu.
Sabaha kadar deniz kenarında oturdum. Üşüdüm, titredim, ama kalkamadım. Her dalga vurduğunda sanki içimde bir şey daha yıkılıyordu. Gözlerimi kapatsam o anı tekrar tekrar gördüm; ablamın kapıda ona gülümseyişi, eşimin saçlarına dokunuşu…
Sabah olduğunda kendime bir söz verdim: Bu defa susmayacaktım. Konuşacaktım. Ve gözlerinin içine bakarak soracaktım.
Öğleden sonra eve döndüm. Kapıdan girdiğimde çocuklar odalarındaydı, yüzlerindeki masumiyet içimi daha da acıttı. Onlar hiçbir şey bilmiyordu. Bilmelerini de istemiyordum. O yüzden sakin, soğukkanlı görünmek zorundaydım. Ama içim… İçim paramparçaydı.
Akşam eşim geldi. Üzerinde başka birinin kokusu vardı. Sessizce ayakkabılarını çıkardı, bana bakmadan salona geçti. Peşinden gittim.
— Dün gece neredeydin? dedim.
Gözlerime bakmadı.
— Arkadaşlarla beraberdim, dedim ya.
Bir kahkaha attım, ama kahkahamda acı vardı.
— Arkadaşın… ablam mı?
O an başını kaldırdı. Yüzündeki ifade… Şaşkınlık, korku, yakalanmışlık. Ama en çok da “bitti” demenin soğukluğu.
— Kim söyledi? diye sordu.
— Kimse söylemedi. Gözlerim gördü.
Bir an sessizlik oldu. Kalbimin atışını bile duydum.
— Evet, dedi sonunda. Uzun zamandır… Biz…
Sözünü bitiremeden elim masanın kenarına çarptı. Ses çıkarmak istemiyordum ama boğazımdaki düğüm çözülmüştü artık.
— Yıllardır bana sırdaşlık yapan, bana akıl veren ablam… Senin sevgilin mi oldu?
O sırada kapı çaldı. Kapıyı açtığımda karşımda ablam duruyordu. Elinde küçük bir çanta, yüzünde yine o sahte sakinlik…
— Konuşmamız lazım, dedi.
— Konuşacak bir şeyimiz yok, dedim. Sadece şunu bil: Ben ikinizi de affetmeyeceğim.
Ablamın gözleri doldu, ama bana değil, arkamdaki eşime baktı. O bakış, her şeyi anlatıyordu. İkisi de benden gitmişti. Aynı anda.
O gece valizini hazırladım. Eşim hiçbir şey demedi, sadece izledi. Ablam sessizce kapının önünde bekledi. İkisi birlikte gittiler. Ardımda bıraktıkları sadece boş bir ev değildi… Boş bir hayat, boş bir güven duygusu, boş bir gelecek vardı.
O an anladım… İnsan en çok güvendiğinden en büyük darbeyi yer. Ve bu yara, hiçbir zaman tam olarak iyileşmez.